Komedi Dükkanı
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Forum Yenileniyor! Sen de Sorularınız ve Önerileriniz bölümünde öneride bulun, forumda senin de katkın bulunsun. Okuduğun ve yaşadığın şeyleri bizimle paylaşmayı unutma!
 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Komedi Dükkanı Resmi Forum kapanmış herhalde, tekrar açılana kadar buradan devam edelim..

 

 Neme Lazım Kardeşim

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
vaseli23
Admin
Admin
vaseli23


Mesaj Sayısı : 216
Yaş : 29
Meslek : Öğrenci
Gerçek İsim : Melih
Rep Puanı : 5
Puan : 5709
Kayıt tarihi : 19/02/09

Neme Lazım Kardeşim Empty
MesajKonu: Neme Lazım Kardeşim   Neme Lazım Kardeşim EmptyPerş. Nis. 02, 2009 9:37 pm


Neme Lazım Kardeşim 20070905100111

23/03/2009



NEME LAZIM KARDEŞİM

Yaşam boyu binlerce olaya ya da duruma tanık oluyoruz.
Gözlemlediğimiz her şey yüreğimizin bir köşesinde, beynimizin bir
bölmesinde anlam buluyor. Kimi davranışa doğru, kimine yanlış diyoruz.
Bazı sözleri onaylıyor, bazılarına karşı çıkıyor, bazılarına da içsel
tepkiler veriyoruz. Zaman zaman bizi derinden sarsan, üzen, kıran hatta
isyan ettiren olaylarla da karşılaşıyoruz. Haksızlıklar, yanlış
yorumlar, yalanlar, iftiralar, sahtekarlıklar, çıkar için atılan
taklalar içimizi incitiyor.

Bazen öylesine sıkıcı durumlar çıkıyor ki ortaya, insanlardan, birey
olmaktan, bulunduğumuz ortamdan, işyerinden, tabi olduğumuz
sistemlerden hatta yaşadığımız ülkeden soğuyoruz. Dile getirmeye bile
utandığımız bitkinlikler yaşıyoruz.

Küçük ya da büyük bu tür sıkıcı durumlarla karşılaştığımda önce
kendimle konuşuyor, hesaplaşıyorum. Kimsenin duymadığı bir sesle
soruyorum kendime “Bu davranış karşısında ne yapmalısın? Ne demelisin? Nasıl davranırsan en doğru sonuca ulaşırsın?” Doğal olarak böyle bir soruya şöyle bir cevap geliyor içimden:
“Ölçütün ne? Kime göre soruyorsun? Seni mutlu edecek, vicdanını
rahatlatacak davranışı mı soruyorsun yoksa vaziyeti idare edecek,
çıkarlarını da bozmayacak davranışı mı?”

Bu iç gözlemle görüyorum ki gerçekten yapılacak şey, tek değil. Üç belirgin seçeneğim var:

1. İnsan olma onurumu koruyup hak bildiğimi söyleyebilirim. Bu durumda
vicdanım rahatlar, bana kimsenin hakkı geçmez. Ama bu davranışım beni
dışlayabilir, çevremle ilişkilerimi bozabilir. Dolayısıyla çıkarlarıma
da ters düşebilir.




2. İnsanlık onuru, dürüstlük, adalet, Allah korkusu gibi temel
değerleri dikkate almaz, vicdanımı devre dışı bırakabilirim. Bu durumda
inanmadığımı onaylar, katılmadığım fikirleri alkışlar, göz göre göre
yapılan adaletsizliği hoş görürüm. Bana bunu yaptıran cesaretsizlik de
olabilir çıkar kaygısı da. Ama ikisi de aynı kapıya çıkar. Bu tür
onursuzluklara bir de alıştım mı artık yaptığıma kılıflar da bulur,
vicdanımı rahatlatacak yalanlar da söylerim. İnandığım gibi
yaşamaktansa yaşadığım gibi inanmayı tercih ederim. Kısa süreli maddi
mutluluklarla avunur, vicdanımı “vicdansızlar mezarlığına” gömerim.


3. Bütün bu haksızlıkları, yanlışlıkları, adaletsizlikleri görmezlikten gelebilirim. Hiçbir şeye aldırmam. “Neme lazım.”, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.”
der geçerim. Kalbimi, gözümü, yüreğimi mühürlerim. Kulaklarım sağır
olur. Kızacaksam içimden kızarım. Nefret edeceksem içimden ederim.
Doğru ya da yanlış diyeceksem kimsenin duyamayacağı bir sesle söylerim.


Bu yazımda işte bu üçüncü tavırdan söz etmek istiyorum. Bu tutum çok
önemli bence. Kişisel ve toplumsal körlüğün, sağırlığın ayyuka çıktığı
bu çağda en önemli hastalığın “duyarsızlık” olduğunu düşünüyorum.

İnsan ya da toplum olarak duyarsızlığın temel sebebi “neme lazım” ya da “adam sen de”
davranışıdır. Gördüğü bir yanlışlığı dile getirmeme, yanlış bir
uygulamaya tepki göstermeme, haksızlığa göz yumma, adaletsizlikleri
görmezden gelme toplumumuzda bir salgın hastalık gibi yayılıyor. “Aman başım belaya girmesin.”
diye kendini soyan kapkaççıyı bile şikayet edemeyecek hale geldi
toplum. Yanında işlenen cinayete tanıklık etmemek için kaçan, haksız
bir uygulamayı eleştirmeyi bile yüreği kaldıramayan korkaklar topluluğu
olduk ne yazık ki.

Biz ki “Zulme sessiz kalan dilsiz şeytandır.” hükmüyle büyümüş bir nesiliz. Biz ki “Cinayete ses çıkarmayan caninin suç ortağıdır.” ilkesiyle yetişmiş bir kuşağız. Biz ki her oturduğumuzda birbirimize “Nokta kadar bir çıkar için virgül gibi eğilme.”“neme lazım” deyip geçiveren insanlar olduk. “Ortamı bozmayalım.” tesellisiyle yalan yanlış konuşanları tastik eder hale geldik. “Yönetenlerle ters düşmeyelim.”

Hal böyle olunca dürüst yanımız, “can” yanımız gitti. Korku kültürüyle donanmış “yüz” yanımız taht kurdu hanemize, ülkemize. Kılı kırk yararak konuşur olduk. Sözlerimiz “zûlfu yâre dokunmasın”
diye içimizden geleni söyleyemez olduk. Kim güçlüyse onun karşısında el
pençe divan duranlar geçti ön saflara. Doğru söyleyenleri dokuz köyden
kovdular. Para, iktidar, makam, güç çoğu zaman içi dışı bir
olmayanların eline geçti. Bu da toplumsal çürümenin eşiğine getirdi
bizleri.

Sizlere tarihten ilginç bir olay aktarmak istiyorum. Osmanlı Devletinin
en yüksek sınırlara ulaştığı dönemin padişahı Kanuni Sultan Süleyman,
en iyi konuma gelmiş Osmanlının geleceğini düşünür. “Günün birinde Osmanlı inişe geçer mi, çöküş yaşar mı?” “İlahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de bizi
aydınlat. Bu devlet hangi halde çöker? Osmanoğullarının akıbeti nasıl
olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?” diye sorar. Bu uzunca mektuba Yahya Efendi’nin cevabı çok kısa olur: “Neme lazım be sultanım!”

Bu cevabı hayretle okuyan sultan bir anlam veremez. Yahya Efendi gibi
bir kişinin böyle bir cevapla işi geçiştireceğini de pek düşünmez.
“Bunda bizim anlayamadığımız bir şey mi var?” diye düşünür. Kalkıp
Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergahına gelir. “Ağabey ne olur
mektubuma cevap ver. Soruyu ciddiye al, bize bir cevap ver.” der. Yahya
Efendi gayet ciddi biçimde “Sultanım, sizin sorunuzu ciddiye almamak
mümkün mü? Ben sorunuzun üzerinde iyice düşündüm ve kanaatimi açıkça
arz ettim.” der. Bunun üzerine sultan “İyi ama bu cevaptan bir şey
anlamadım. Sadece ‘Neme lazım be sultanım!’ demişsiniz. Sanki ‘Beni
böyle işlere karıştırma’ gibi bir anlam çıkarıyorum bu sözden” deyince
Yahya Efendi “Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlıklar artsa,
sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu
söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı
göklere çıksa da bunu taşlardan başka kimse işitmese. İşte o zaman
devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra hazine boşalır. Halkın
devlete güveni ve saygısı azalır. Düzene uyma isteği azalır. Çöküş ve
yıkılış böylece mukadder hale gelir.” Bunları dinlerken ağlamaya
başlayan sultan, söylenenleri başını sallayarak onaylar ve teşekkür
eder.

İşte böyle sevgili okurlarım. Yahya Efendi’nin yüzyıllar öncesinden
verdiği mesajı anlayabilirsek ailemizde, işyerlerimizde, kentimizde ve
ülkemizde çok şey değişir. Sevgili Doğan Cüceloğlu Hocamın deyimiyle
aramızda “yüz yüze iletişim” yerine “can cana iletişim” başlar. Bastırdığımız, her uyandığında kafasına vurup içimizin derinliklerine gönderdiğimiz “insan yanımız”

Yazımı Mehmet Akif Ersoy’un muhteşem dizeleriyle bitirmek istiyorum:

“Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç git diyemem aldırırım
Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım.”



diye öğütler vermişiz. Ama ne yazık ki basit korkular, kuruntular ya da ufacık çıkarlar için
diye hiçbir şeyi eleştirmeyen, suskunlar sürüsüne dönüştük. Sadece
kendimiz susmakla kalmadık çevremizdekileri, sevdiklerimizi, aile
efradımızı da susturduk.


diye sorar kendine. Kanuni’nin çoğu konuyu danıştığı Yahya Efendi
adında meşhur bir alim vardır. Padişah bu konuyu Yahya Efendi’ye
danışmaya karar verir. Güzel bir hatla yazdığı mektubu Yahya Efendi’ye
gönderir. Özetle

tümüyle hakim hale gelir yaşamımıza.


Kaynak (Günışığı Gazetesi)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Neme Lazım Kardeşim
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Komedi Dükkanı :: Eğlence-Etkinlik-Aktivite :: Genel Sohbet :: Köşe Yazıları-
Buraya geçin: